IKEA’nın tüketimden geri kazanıma dayalı sürdürülebilirlik hedefleri hız kazanıyor. Türkiye’deki etkileri, pilot uygulamalar ve gelecek planlarıyla inceledik.
Döngüsel ekonomi nedir, neden şimdi konuşuluyor?
Döngüsel ekonomi; üretimden tüketime, ardından tekrar üretime uzanan, atığı kaynak olarak gören bir sistem anlayışını ifade eder. Bu modelde ürünler, mümkün olduğunca uzun süre kullanılmak, onarılmak, yeniden değerlendirilmek ve sonunda çevreye zarar vermeden bertaraf edilmek üzere tasarlanır.
Küresel kaynakların hızla tükenmesi, iklim değişikliği, atık krizleri ve tüketim alışkanlıklarındaki dönüşüm, döngüsel ekonomiyi artık bir tercih değil, zorunluluk haline getiriyor. Avrupa Birliği’nin “Döngüsel Ekonomi Eylem Planı”, 2030’a kadar tüm sektörlerde bu modele geçişi desteklerken, şirketler de bu doğrultuda radikal stratejiler geliştirmeye başladı.
IKEA’nın 2030 hedefi: Tamamen döngüsel bir marka olmak
IKEA, 2018 yılında duyurduğu vizyon çerçevesinde 2030 yılına kadar “tamamen döngüsel bir şirket” olmayı hedefliyor. Bu hedef, yalnızca sürdürülebilir ürünler sunmakla kalmayıp; ham madde tedarikinden üretim süreçlerine, lojistikten müşteri sonrası kullanım desteklerine kadar tüm sürecin yeniden yapılandırılmasını kapsıyor.
Şirket, ürünlerinde %100 yenilenebilir veya geri dönüştürülmüş malzeme kullanımını zorunlu hale getiriyor. Ayrıca her ürün, “kolay sökülüp yeniden monte edilebilecek” şekilde tasarlanıyor. Bu da uzun ömürlü kullanım, parça değişimi ve geri kazanıma açık bir tasarım anlayışı demek.
IKEA, bu stratejiyi sadece ürün düzeyinde değil, tüm tedarik zinciri ve mağaza yapısında da hayata geçiriyor. Depolarında karbon ayak izini azaltan çözümlerden, taşımada geri dönüştürülebilir paketleme sistemlerine kadar çok katmanlı bir dönüşüm yaşanıyor.
İkinci el IKEA mağazaları ve Türkiye’ye yansıması
IKEA, 2020’li yılların başında Avrupa’da “Circular Hub” adıyla ikinci el IKEA ürünlerinin alınıp satıldığı mağazalar kurmaya başladı. İsveç, İngiltere ve Almanya’da test edilen bu sistem, kullanıcıların eskimiş ya da fazlalık ürünlerini IKEA’ya geri satabilmelerine olanak tanıyor. IKEA bu ürünleri onarıyor, yeniden fiyatlandırıyor ve tekrar satışa sunuyor.
Bu model hem döngüselliği pratikte hayata geçiriyor, hem de “tüketici–marka” ilişkisini yeni bir zemine taşıyor. Türkiye’de henüz bu kapsamda bir uygulama başlatılmamış olsa da, bazı şehirlerde sınırlı ürün iadesi ve onarım destekleri denenmeye başlandı.
Maliyetlerin arttığı ve kullanıcıların “kullan-at” modeline mesafeli yaklaştığı bu dönemde, IKEA’nın ikinci el stratejisi Türkiye’de de ilgi görebilecek bir potansiyele sahip. Ancak yasal altyapı, garanti sistemleri ve lojistik yapılar bu dönüşümün hızını etkileyebilir.
Tasarımda döngüsellik: IKEA ürünleri neden değişiyor?
İsveçli markanın 2030 vizyonu doğrultusunda, yeni ürün tasarımlarında iki temel ilke göze çarpıyor: modülerlik ve uzun ömürlülük. Ürünler artık sadece şık ya da fonksiyonel değil, aynı zamanda kolay sökülüp yeniden monte edilebilir şekilde tasarlanıyor.
Bunun anlamı şu: Bir masa ya da sandalye, tek parçası bozulduğunda tüm ürünün çöpe gitmesi gerekmiyor. Onarılabilir parça değişimi ile ürün ömrü uzatılıyor. Üstelik IKEA, bu parçalara ulaşımı da kolaylaştırmak için dijital yedek parça sistemleri kuruyor.
Malzeme seçiminde ise %100 yenilenebilir ya da geri dönüştürülebilir hammaddeler ön planda. Ahşap ürünlerde FSC sertifikalı kaynaklar, kumaşlarda geri dönüştürülmüş polyester ve pamuk, plastiklerde ise rPET gibi düşük karbon izli seçenekler tercih ediliyor.
Yeşil tüketici ve mobilya sektörünün ESG boyutu
Mobilya sektörü, tekstil ve otomotiv kadar görünür olmasa da, ESG açısından ciddi çevresel ve sosyal etkiler taşıyor. Ormansızlaşma, kimyasal boya kullanımı, emisyon yoğun lojistik ve tek kullanımlık üretim pratikleri bu sektörün en büyük çevresel zorlukları arasında.
IKEA bu bağlamda, sektöre öncülük eden global markalardan biri. Ancak yalnız değil. ABD merkezli Herman Miller, ürünlerinde %50’den fazla geri dönüştürülmüş malzeme kullanımı ve karbon nötr üretim süreçleriyle dikkat çekiyor. Japonya merkezli Muji ise modüler mobilya üretiminde sade tasarım ile döngüselliği birleştiriyor. Avrupa’da Vitra, yüksek kaliteli malzeme seçimi ve uzun ömür tasarımıyla ESG raporlarında öne çıkıyor.
Türkiye’de ise bu farkındalık henüz yeni yeni şekilleniyor. Kelebek Mobilya ve Doğtaş, son dönem ESG raporlarında orman sertifikalı kaynak kullanımına, üretim verimliliğine ve atık yönetimine yer vermeye başladı. Ayrıca çalışan refahı ve tedarikçi çeşitliliği gibi sosyal boyutlarda da şeffaflık artıyor.
“Yeşil tüketici” artık sadece bilinçli değil, etkili de. Markalar ürünleri kadar üretim süreçlerini, geri alım politikalarını ve ürün yaşam döngüsünü açık şekilde anlatmak zorunda. IKEA bu profili yalnızca hedef kitle değil, dönüşüm ortağı olarak konumluyor. Kullanıcının ürünü geri getirmesi, yeniden değerlendirmesi ya da onarması teşvik ediliyor.
Türkiye’de mobilya geri dönüşümü neden hala eksik?
Türkiye’de mobilya sektörü hala büyük ölçüde lineer üretim modeliyle çalışıyor. Kullanılmış mobilyaların büyük kısmı ya ikinci el platformlarda el değiştiriyor ya da doğrudan çöpe gidiyor. Geri dönüşüm altyapısı ise, büyükşehirlerde dahi sınırlı ve plansız.
Bunun temel nedenleri arasında:
– Mevzuat eksikliği
– Belediyelerin mobilya geri kazanım sistemi kurmamış olması
– Kullanıcıların “tamir etmek yerine atma” alışkanlıkları
– Üretici firmaların satış sonrası yaşam döngüsüne yatırım yapmaması
sayılabilir.
Ancak bu tablo yavaş da olsa değişiyor. Bazı belediyeler, özellikle büyükşehirlerde, “kullanılmış eşya toplama günleri” ve kentsel geri dönüşüm alanları oluşturuyor. Özel sektör tarafında ise mobilya zincirleri içinde geri alım ve parça temelli değişim sistemleri deneme aşamasında.
Türkiye’nin döngüsel ekonomiye geçişi için, sadece marka stratejileri değil, kamu politikaları, belediye destekleri ve tüketici eğitimi gibi çok katmanlı bir dönüşüm gerekiyor. IKEA’nın globalde oluşturduğu sistem bu noktada örnek olabilir, ancak yerli oyuncuların da devreye girmesi şart. Gelecek, birlikte inşa edilecek bir sistemden geçiyor.