Birileri geri çekilirken sahne başkalarına kalıyor: Yeşil tahvil piyasasında yeni dünya düzeni mi kuruluyor?
2025 yılının ilk çeyreği, küresel yeşil tahvil piyasası için bir dönüm noktası oldu. ABD’de kurumsal ihraçlar bıçak gibi kesilirken, Avrupa ve Çin liderliklerini pekiştirerek yollarına devam etti. Bu keskin ayrışma, sadece finansal bir dalgalanma mı, yoksa yeşil finansmanın geleceğine dair kalıcı bir değişimin habercisi mi? Ve en önemlisi, Türkiye, bu yeni denklemde nerede duracak? ABD’deki sessizliği mi dinleyecek, yoksa Avrupa ve Asya’nın yükselen sesine katılarak kendi yolunu mu çizecek?
ABD neden sustu? Politika Finansın Sesini Kısınca
Amerika’nın yeşil tahvil piyasası, düne kadar bir büyüme hikayesiydi. Teknoloji devlerinden bankalara, birçok büyük şirket “yeşil” etiketiyle milyarlarca dolarlık fonlama sağladı. Ancak 2025 başı itibarıyla rüzgar tersine döndü. Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönmesi ve Cumhuriyetçi kanattan yükselen ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) karşıtı söylem, piyasada soğuk duş etkisi yarattı.
Bu politik iklimin somut sonucu şaşırtıcı oldu: 2025’in ilk çeyreğinde ABD’de sadece tek bir kurumsal yeşil tahvil ihraç edildi: Oglethorpe Power’ın mütevazı 350 milyon dolarlık işlemi. Bloomberg Law’a göre bu, son on yılın en düşük başlangıcıydı. JPMorgan’ın araştırma notundaki o meşhur cümle durumu özetliyordu: “RIP USD ESG Issuance.” (yani, ABD doları cinsinden ESG ihraçlarının sonu geldi)
Peki neden? Temel sebep, “yeşil” veya “ESG” etiketinin artık ABD’de giderek daha fazla politize olması. Cumhuriyetçi eyaletler ESG odaklı bankalara kısıtlama getirirken, federal düzeyde de benzer adımlar bekleniyor. Şirketler, bu politik riskten kaçınmak için “yeşil” etiketinden uzaklaşıyor, projelerini ya etiketsiz borçlanmayla ya da iç kaynaklarla finanse etmeyi tercih ediyor. Politika belirsizliği (Paris Anlaşması’ndan yeniden çekilme sinyali, SEC iklim raporlama kurallarının akıbeti vb.) de bu çekinceleri artırıyor. İlginç bir şekilde, yatırımcı talebi hala mevcut olsa da, arz tarafı politik baskılar nedeniyle geri çekilmiş durumda.
Avrupa ve Çin neden tam gaz devam ediyor?
ABD’deki bu duraksamanın aksine, Atlantik’in diğer yakasında ve Asya’da yeşil finansman hız kesmedi. Hatta ivme kazandı.
Avrupa’nın Liderliği
Avrupa, yeşil tahvil piyasasının küresel merkezi konumunu sağlamlaştırdı. 2023’te yaklaşık 310 milyar dolarlık yeşil tahvil ihracıyla küresel hacmin %50’sinden fazlasını tek başına gerçekleştirdi. Almanya (yaklaşık 67.5 milyar dolar), Fransa gibi ülkelerin başı çektiği bu büyümede AB Taksonomisi ve SFDR gibi düzenleyici çerçevelerin rolü büyük. Bu regülasyonlar, şeffaflık ve standartlaşma sağlayarak yatırımcı güvenini artırıyor. Ayrıca, Avrupa’daki yatırımcıların güçlü ESG talebi ve zaman zaman gözlemlenen “greenium” (yeşil tahviller için küçük fiyat avantajı) ihraççıları teşvik ediyor.
Çin’in Stratejik Hamlesi
Çin, 2022 ve 2023’te dünyanın en büyük yeşil tahvil ihraççısı oldu. 2023’te yaklaşık 131 milyar dolarlık hacme ulaştı. Devlet bankaları, yerel yönetim finansman araçları ve özel şirketlerin aktif rol aldığı bu piyasa, Çin’in 2060 karbon nötr hedefiyle doğrudan bağlantılı. Çin, standartlarını giderek uluslararası normlara yaklaştırıyor (örneğin “temiz kömür” projelerini yeşil tanımından çıkarması gibi) ve hem yerel hem de uluslararası yatırımcılar için cazip bir pazar olmaya devam ediyor. Kümülatif olarak Çin’in yeşil tahvil stoku 2025 itibarıyla 600 milyar doları aştı.
Küresel resme bakıldığında, 2024’te küresel yeşil tahvil ihracının 600 milyar dolara yaklaştığı ve sürdürülebilir borçlanmanın (yeşil, sosyal, sürdürülebilirlik tahvilleri dahil) 1 trilyon dolara doğru ilerlediği görülüyor. 2025 için de benzer bir seviye (950 milyar – 1 trilyon dolar arası) öngörülüyor. Yani, ABD’deki yavaşlamaya rağmen küresel pazar, Avrupa ve Asya’nın liderliğinde büyümeye devam ediyor.
Hype’tan gerçeğe – Yeşil ekonominin kaçınılmazlığı
Finans ve teknoloji tarihinde benzer döngüler gördük. 2000’lerde dot-com balonu patladı, ama ardından dünya dijitalleşmekten vazgeçmedi, aksine daha sağlam temellerle ilerledi. 2008 krizi finans sektörünü sarstı, ancak türev piyasalar veya karmaşık finansal araçlar yok olmadı, regüle edilerek sistemin bir parçası haline geldi.
Yeşil tahvil ve ESG alanı da şu anda benzer bir “olgunlaşma” veya “gerçekle yüzleşme” fazından geçiyor olabilir. Özellikle ABD’deki politik gürültü, başlangıçtaki abartılı beklentilerin (“hype”) yerini daha temkinli bir yaklaşıma bırakmasına neden oluyor. Ama bu, yeşil dönüşümün bittiği anlamına gelmiyor. Aksine, altta yatan ekonomik gerçeklik – yani kaynak verimliliği, düşük karbonlu teknolojilerin artan rekabet gücü, iklim risklerinin finansal etkileri – yeşil ekonomiyi uzun vadede kaçınılmaz kılıyor.
Politik rüzgarlar yön değiştirebilir, etiketler tartışmalı hale gelebilir, ancak şirketlerin ve ülkelerin sürdürülebilirlik ve verimlilik arayışı devam edecektir. Belki de bu “sessizlik” dönemi, piyasanın daha sağlam, daha şeffaf ve daha az “yeşil yıkama” (greenwashing) içeren bir yapıya kavuşması için bir fırsattır. Çünkü 2030’lara yaklaşırken, “yeşil ekonomi” ayrı bir kategori olmaktan çıkıp ekonominin kendisi haline gelme potansiyeli taşıyor.
Türkiye: Geç başladı, hızla arıya kapatıyor
Türkiye, küresel yeşil tahvil sahnesine nispeten geç adım attı, ancak son birkaç yılda kaydettiği ilerleme dikkat çekici.
İlk adımlar
2016’da TSKB’nin öncü ihracı sonrası uzun bir sessizlik yaşansa da, 2021’de Arçelik‘in 350 milyon Euro’luk ilk kurumsal yeşil tahvili (yaklaşık 5 kat talep görerek) önemli bir kilometre taşı oldu.
Devlet ve yerel yönetim sahada
Asıl kırılma 2023’te yaşandı. Nisan 2023’te Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi, 2.5 milyar dolarlık ilk egemen yeşil tahvilini (yaklaşık 3 kat talep) başarıyla ihraç etti. Bu, Türkiye’yi bir anda gelişmekte olan ülkeler liginde önemli bir oyuncu yaptı. Kasım 2023’te ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), 715 milyon dolarlık ilk belediye yeşil tahviliyle (3.6 kat talep) sahneye çıktı ve yerel yönetimler için de kapıyı araladı.
Özel sektörün devamı
2025’in hemen başında Limak Yenilenebilir Enerji‘nin 525 milyon dolarlık başarılı yeşil tahvil ihracı, özel sektörün de bu alandaki iştahının sürdüğünü gösterdi.
Bu ihraçlarla birlikte, 2021’de neredeyse sıfır olan kümülatif yeşil tahvil hacmi, 2025 itibarıyla yaklaşık 5 milyar dolara ulaştı. Bu rakamlar, Türkiye’nin artık sadece “katılımcı” olmadığını, kendi yeşil finansman hikayesini yazmaya başladığını gösteriyor.
Türkiye’nin yeşil tahvil dünyasındaki yeri ve potansiyeli
Türkiye’nin bu hızlı yükselişi, küresel ve bölgesel rakipleriyle karşılaştırıldığında daha anlamlı hale geliyor.
Ülke / Bölge | 2023 Hacmi (Yaklaşık) | Model / Öne Çıkan Özellik |
---|---|---|
Türkiye | $3.2 Milyar | Geç başladı, hızlı büyüyor; egemen + belediye + kurumsal |
Polonya | $8 Milyar (Kümülatif) | Gelişmekte olan Avrupa’da öncü, düzenli egemen ihraçlar |
Endonezya | ~$1 Milyar/yıl | Yeşil sukuk modelinde lider |
Şili | ~$4 Milyar | Yeşil, sosyal, sürdürülebilirlik tahvillerinde aktif egemen ihraççı |
Çin | $131 Milyar | Küresel lider; kamu bankaları ve yerel yönetimler ağırlıklı |
Avrupa Birliği | $310 Milyar | Küresel pazarın merkezi; güçlü regülasyon ve talep |
Yatırımcı ilgisi kanıtlandı
Yapılan tüm büyük ihraçlar (Arçelik, Hazine, İBB, Limak) 3 ila 5 kat arasında aşırı talep gördü. Bu, uluslararası yatırımcıların Türkiye’nin yeşil projelerine ve borçlanma senetlerine (yüksek getiri ortamının da etkisiyle) ilgi duyduğunu net bir şekilde gösteriyor.
Ulusal hedeflerle uyum
Türkiye’nin 2053 Net Sıfır hedefi ve Paris Anlaşması’nı onaylaması, büyük bir yeşil proje havuzu (yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, temiz ulaşım, sürdürülebilir tarım vb.) anlamına geliyor. Bu projelerin finansmanı için yeşil tahviller doğal bir araç.
Çeşitlenen ihraççılar
Hazine, büyükşehir belediyesi ve özel sektör şirketlerinin başarılı ihraçları, farklı profildeki Türk kurumlarının bu piyasaya erişebildiğini kanıtladı. Bu çeşitlilik, pazarın derinleşmesi için olumlu bir işaret.
Gelişim alanları
Türkiye, Şili gibi sosyal veya sürdürülebilirlik tahvillerine yönelebilir, Endonezya gibi yeşil sukuk alanında daha aktif olabilir veya Polonya gibi egemen ihraçlarda sürekliliği sağlayabilir. Ayrıca, henüz gelişmemiş olan yerel para (TL) cinsinden yeşil tahvil piyasası da potansiyel bir büyüme alanı.
Peki Türkiye hangi yolda ilerlemeli? Önünde birkaç seçenek beliriyor:
1) Az sayıda ama çok büyük hacimli referans ihraçlarla piyasada ağırlık oluşturmak.
2) Daha düzenli aralıklarla, orta büyüklükte ihraçlarla piyasada sürekli bir varlık göstermek.
3) Yeşil sukuk, mavi tahvil (deniz/su projeleri için), sosyal tahvil gibi tematik ve yenilikçi araçlarla yatırımcı tabanını çeşitlendirmek.
Muhtemelen en başarılı strateji, bu yaklaşımların bir kombinasyonu olacak. Türkiye, 2053 hedefine giden yolda ihtiyaç duyduğu devasa finansmanı sağlamak için hem büyük ve düzenli egemen ihraçlara hem de özel sektörün ve belediyelerin yenilikçi finansman modellerine alan açmalı. Eğer Türkiye, sağlam proje havuzunu şeffaf çerçeveler ve doğru bir iletişim stratejisiyle uluslararası yatırımcılara sunabilirse, yeşil tahvil piyasasında sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda bölgesel bir merkez ve oyun kurucu olma potansiyeline sahip.
ABD’deki politik rüzgarlar eserken, Avrupa ve Asya’nın yeşil finansmanda liderliği ele aldığı bu yeni dönem, Türkiye gibi yükselen piyasalar için hem bir risk hem de bir fırsat sunuyor. Doğru adımlarla, Türkiye bu fırsatı kendi yeşil kalkınma hikayesine dönüştürebilir.
Küresel yeşil tahvil piyasasındaki bu dikkat çekici ayrışma ve Türkiye’nin hızlanan adımları hakkında sizin yorumunuz nedir? Bu trendler sizce nasıl devam edecek? Yorumlarınızı bekliyoruz.
İlgili Haberler
- Türkiye’nin Yeşil Dönüşüm Finansmanı: Kapsamlı Rehber – Yeşil Haber
- Zorlu Enerji, sürdürülebilirlik performansıyla dünya genelinde öne çıktı – Yeşil Haber
- TÜREB ve Rüzgar Enerjisi: Finansman İhtiyaçları ve 2035 Hedefleri – Yeşil Haber
- Mehmet Şimşek: Yeşil Dönüşüm ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri